Günler günleri kovalıyor diye her
zaman duyarım. Bu söz zaman akıyor demekle aynı şey bence. Ama zamanın elinde
oyuncak olmamak için söylenen en tatlı sözlerden bir tanesi. Günler günleri
kovalarken, gündüz gecenin peşinden, gece ise gündüzün peşinden dönüp
duruyorlar sonsuzluğa. Acaba kim kimi kovalıyor? Gündüz geceyi mi, yoksa gece
gündüzü mü işte buna karar verebilmem ne yazık ki imkânsız. Hayat denilen
yolculuk hep bir şeylerin peşinden koşturmakla geçip gidiyor zaten.
Çocukluğumuzda şirin topumuzun peşinden koşarken, yaşımız ilerledikçe
adımlarımız yavaşlıyor ancak peşinden koştuklarımız ise daha çok hızlanıyor.Biz
yaklaştıkça o kaçıyor, belki de bu durumdan zevk alıyor kim bilir. Küçükken
peşinden koşturduğumuz o güzel topun gerçek ismi, büyüyünce mutluluk oluyor. Ve
biz mutluluk denen duygunun peşinden son nefesimize kadar koşuyoruz. Yakaladım
dediğimiz birçok zaman oluyor, sonra kaçırıyoruz ellerimizden. Ardından yeniden
başlıyoruz koşmaya ve koca bir ömür böylece bitiyor işte.Aslında mutluluğu yakalayanlar
daha hızlı koşuyorlar, daha çok mutluluk istiyorlar belli ki. Mutluluk ne güzel
şey değil mi? Şuna eminim ki o bize yakalanmak için elinden geleni yapıyor,
galiba biz onu nasıl yakalayacağımızı bilmiyoruz.Tuhaf düşüncelerin yol aldığı
benliğim, tok bir sesle irkiliyor:
-Ev burası mı delikanlı?
Sanki uzaydan gelmiş gibi şaşkın
gözlerle bakınıyorum etrafıma. Taksici ağabeyin neler oluyor bakışları ise
ürkütüyor beni aslında. Ellerimde annemin ellerini hissetmesem, şuan nerede ve
ne halde olduğumu bile unuturdum inanın bana. Ara sıra yaşıyorum böylesi
durumları ben. İçinde bulunduğum gerçeklerden uzaklaşarak, mutlulukların
peşinden hayalde bile olsa koşmak hoşuma gidiyor. Taksici ağabeye hayallerim
beni çok güzel bir yolculuğa çıkardı diyemem ya. Toparlanmaya çalışarak cevap
veriyorum:
-Evet ağabey, şu ilerideki kapının
önünde durursanız...
Annem taburcu oldu bugün, mutluluk
oyununda şuan kazanmış gibiyim. Ne de olsa anneme sağ salim kavuşmam bunun
sebebi. Umarım daha güzel mutlulukları da yakalarım. Taksiden hızla inip
annemin bulunduğu tarafa geçerek kapısını açıyorum. Kollarından tutarak
görülmemiş narinlik ve naziklikle arabadan inmesine yardım ediyorum. Annem onu
neşelendirmeye çalıştığımın farkında. Çok sık göz göze geliyoruz. Daha doğrusu
ben acısı var mı yok mu diye yüz mimiklerini kontrol etmek istedikçe
yakalanıyorum ona. Sonra sevgiyle bakıyoruz birbirimize, ben ellerini öpüyorum
annemin, o da saçlarımı okşuyor, yanağımı öpüyor ve bu merasim devam edip
gidiyor.Demek ki acı da olsa bazı olaylar, bizlerin kalbinde saklı kalan
sevdaları açığa çıkarıyormuş. Yan yana oldukların için yüreğinde kalan körpe
duygular, onları kaybetme korkusu olduğu zaman nasıl kabarıyor, nasıl coşuyor
anlatamam sizlere. Sevgi yoksa hayatta yoktur bana göre. Bir sevgiyi kaybettiğiniz
zaman, başka bir sevgi sarmalı sizi. Yoksa zalim olan hayat acımaz. Her şey bu
kadar net aslında. Şuan annemin gözlerine baktıkça derinlere dalarak tebessüm
edişlerimi annemin sevgisine borçlu olduğumu söylememe gerek yok sanırım.
Seviyorum onu, hem de her şeyden çok. Bütün evlatların annelerini sevdiği gibi.
Bizi getiren taksi, sokağımızın dar
yolunda ilerlerken kızgınlıkla arkasından seyre dalıyorum bir süre. Çünkü yolun
dar olmasına aldırmadan öyle bir gaza basışı vardı ki, aniden yola birilerinin
çıkmayışı gerçekten büyük şans. Biran önce yeni müşterilere koşmak, mutluluğa
koşmak mıdır, bunun kararını da size bırakıyorum. Annem koluma giriyor, ağır
adımlarla ilerliyoruz evimize doğru. Doktor bol bol dinlenmesini ve çok iyi
beslenmesini söyledi. Canım annem, ben ona prensesler gibi bakacağım ama
inşallah, doktorun söylediklerini harfiyen uygular. Henüz evin kapısına
yaklaşmadan başlıyor konuşmaya:
-Evin çok iyi bir temizliğe ihtiyacı
var, halılar yıkanmalı sonra...
-Anne neler söylüyorsun sen, bizim
nereden geldiğimizin farkındasın değil mi?
Gülümsüyor cennet kokulum, sağ kolunu
boynuma dolayarak beni eğiyor kendisine ve öpüyor saçlarımdan. Öpüyor mu,
kokluyor mu tam anlayamadım ama huzur duyduğu kesin:
-Benim yakışıklı oğlum, temiz olmayan
bir evde yaşarsak daha çok hasta olmaz mıyız?
-Haklısın ama, biz bu temizliği peki
ala sen olmadan da yapabiliriz.
Şaşkın bakışları geziniyor üzerimde,
evimizin kapısı sanki çok uzakmış gibi geliyor bana. Annem ile olduğumuz yerde
durmuş konuşuyoruz, henüz kapısından içeriye giremediğimiz evimizin nasıl
temizleneceğini:
-Nasıl yapacakmışsınız bakalım.
-Nasıl olacak, arkadaşlarımdan yardım
isterim, hep birlikte yaparız işte.
Yanaklarım yine annemin sıcacık
öpücüklerinden nasibini fazlasıyla alıyor. Sonra devam ediyoruz evimize doğru.
Giriş kapısına ulaşabilmek için üç beş basamaklı bir merdiven tırmanmak
zorundayız. Annem sarsılacak diye aklım çıkıyor. Ama sorunsuz bir şekilde
kapıya geliyoruz. Ben anahtarımı arıyorum bir süre, her zaman yaptığım
gibi.Annemin alaycı bakışlarını görmezlikten geliyorum. Neyse ki bu defa çok
uzun sürmüyor, anahtarı birkaç cep dolaştıktan sonra buluyorum. Kapıyı arayarak
içeriye güneşin altın sarısı ışığı ile giriyoruz. Ben önden giriyorum, annem
ise yorgun adımlarını peşimden atıyor yavaşça. Evde her zaman karşılaşmaya
alışık olduğumuz koku karşılıyor bizi. Hiç şaşırmıyorum, herhangi bir beklenti
içinde değildim çünkü. Sadece bu defa her zamankinden daha fazla koku sinmiş
etrafa. Etrafta kısaca göz gezdirmem sigara izmaritinden oluşan tepecikleri,
etrafa rastgele atılmış değişik büyüklükte alkol şişelerini görmeme fazlasıyla
kâfi.Annem de tıpkı benim gibi, tepkisizce bakınıyor etrafa. Hastanede kaldığı
onca zaman içerisinde hiç merak etmemiş ve yanına gelmemiş birisinin
yaptıklarına nasıl bir tepki verebilir ki. Bana göre verilebilecek en güzel
tepki tepkisizlik. Sonra annemin gözlerinde oluşan belli belirsiz bir buğulanma
fark ediyorum. Neler geçiyor aklından kim bilir, neleri hatırlıyor ve nelerin
gidişine, nelerin bitişine üzülüyor kendince. Annemi çıktığı hüzün
yolculuğundan biran önce çıkarmam gerektiğini biliyorum. Yoksa kolay kolay
kendisine gelemez. Ben de tıpkı anneme çekmişim, onun kadar hüzünlü, onun kadar
kederli, onun kadar yürekli. Hemen bir şeyler söylemeliyim:
-Ne oldu anneciğim birden donuklaştın,
bir yerin mi ağrıdı?
-Yok oğlum iyiyim ben, yardım et bana
da şuraya birazcık oturayım.
Kollarına giriyorum anamın, tuzlu
fıstık kabuklarının desen yaptığı kirli koltuğa oturtuyorum yavaşça. Vakit
kaybetmeden mutfağa koşuyor ve bir bardak su getiriyorum. Annem, kısık
nefeslerinin arasında suyu küçük yudumlar halinde içerken odanın her tarafına
pas kokulu bir ses yayılıyor:
-Vay, vay, vay, hanımefendi hastaneden
dönmüş sonunda.
Annemin tepkisiz bakışları, öfkeli bir
hal almaya başlarken o ses devam ediyor:
-Nasıl oldunuz küçük hanım iyileştiniz
mi?
Sarhoş desem değil, kendinde gibi
görünüyor ama, sanırım içtiklerinin etkisi kolay kolay gitmiyor:
-Kendine iyi bak hasta olma bir daha ne yemek yapabildim, ne de meze hazırlayabildim kendime.
İşte şimdi burada bir ok saplanıyor
beynime, üzerine doğru yürüyorum, amacım boynuna sarılıp kısa sürede boğup
öldürmek, başka türlü olmayacak çünkü, tam bu esnada yine annemin sesi:
-Gökhan dur, lütfen oğlum yapma.
Olduğum yerde kalıyorum, ama bakışlarım
yerinden fırlayacak sanki öfkeden, karşımdaki kişi ise artık hem duygularını
hem de bütün duyularını kaybetmiş durumda. Alaycı bir gülümseme ile konuşuyor:
-Ne olacak, beni mi döveceksin, hadi
döv de görelim küçük bey. Sana ben baktım bu yaşına kadar, sana ben babalık
ettim.
Allah'ım sanırım bu adamın eceli
yaklaşıyor:
-Sen bana ne babalığı yaptın be, gece
gündüz içtin, anneme etmediğini bırakmadın, sen ne yaptın bize söyle?
-Ben sizi orta yerlerde kalmaktan
kurtardım, nankörlük yapma bana.
-Keşke kurtarmasaydın da orta yerlerde
kalsaydık. Senin şu lanet olası yüzüne her gün tahammül etmekten iyidir.
-Şimdi böyle oldu değil mi?
Yaptıklarımın karşılığını böyle mi veriyorsun bana?
-Ben okumadım sana içki parası
getireceğim diye, gecemi gündüzüme kattım sofranda her zaman mezen olsun diye.
Bunları sadece annem üzülmesin diye yaptım. Ama artık bitti, bundan sonra sana
esir olmayacağız. Annemi de alıp gideceğim bu evden.
Anneme dönüyorum sonra, konuşmak
yerine boğup öldürsem daha iyi aslında bu adamı, ama işte annemin kederli
bakışları her şeye engel oluyor. Yoksa annem her şeye rağmen seviyor mu bu
adamı. Hayır hayır, asla olmaz, annem bu adamı sevemez. Ama sevginin bizlere
neler getireceği hiç belli olmaz ki! Evet ama annem bu adamı sevemez, sevmiyor eminim
buna, sevmiyor.
Ya seviyorsa!
Hayır olamaz, insan kendisine bu kadar
acı veren birisini sevemez, sevmemeli. Allah'ım bunu diyen ben miyim? Madem
sevemez, o halde neden ben bu haldeyim. Ama annem başka, onun sevmediğine
eminim. Madem sevmiyor neden bu kadar koruyor bu adamı?
(Devam edecek...)
YORUMLAR